Milliyetçi Hareket Partisi Hatay Milletvekili Dr. Lütfi Kaşıkçı, Enerji Bakanlığı bütçesi üzerine MHP Grubu adına TBMM’de söz aldı.
Milletvekili Kaşıkçı, enerji üretiminde dışa bağımlılığın hayata geçirilen tesislerle azalmasından memnuniyet duyduğunu kaydetti. Enerjide tüketimin artmasına paralel olarak üretime başlayacak olan Mersin’deki Nükleer Santralin yanı sıra 2 tesisin de gerekliliğine dikkat çeken Kaşıkçı, yerli ve milli imkanlarla elde edilen başarıdan gurur duyduğunu kaydetti. Türkiye’nin bu zenginliklerinin yakın zamanda değerinin daha da iyi anlaşılacağını belirten Kaşıkçı konuşmasında; “Sözlerimin başında bölücü hain terör örgütü PKK tarafından şehit edilen kahraman askerimiz Piyade Teğmen Eril Alperen Emir’e Allah’tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun. Bazı tarihî konuların son günlerde yeniden gündeme getirilmesi gayretlerinin farkındayız. Dün, verilen mücadelenin aslı ve kendisi tarih önünde netleşmiş ve karara bağlanmıştır. İstikbalimizi müdafaa için dün ortaya koyduğumuz irade, neticeleriyle tarihe mal olmuştur. Ancak hazin olan dün kapattığımız defterlerin açılmasını bugün dört gözle bekleyenlerin varlığı olmuştur. O yüzden şunu net olarak ifade etmek isterim ki: Şeyh Sait Musul ve Kerkük’ün ana vatana katılmasını istemeyen, Seyit Rıza da Hatay’ın mandacıların idaresinde kalmasını isteyen uluslararası güçlerin kullandığı aparatlardır. Musul ve Kerkük’ü bizden kopardılar ancak Hatay’ı sökemediler. Musul ve Kerkük’ün kaderinin de Hatay’ın kaderiyle birleştiği günleri bir gün görmeyi ümit ediyoruz. Cumhuriyetin 1’inci yüzyılını geride bıraktık. Enerji alanında da bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfaya geçtik. Yeni yüzyıla nasıl bir enerjiyle girdiğimize ve geleceği nasıl planladığımıza geçmeden önce, bugüne iyisi ve kötüsüyle nasıl gelindiğini sizlere izah etmeye çalışacağım. Sıçramaları ve kırılmalarıyla anlatmaya çalışacağım konu aslında bizim enerji hikâyemizi dolayısıyla Türkiye’nin enerjisini içinde barındıracaktır.
FERT BAŞINA TÜKETİM MİKTARIMIZ ARTTI
Bakınız, geride bıraktığımız bir asırda beş yıllık kalkınma planları bizlere enerji alanında nereden nereye geldiğimizi nasıl anlatıyor? 60’lı yılların ilk yarısında Türkiye’de kullanılan enerjinin yüzde 54’ünün ticari olmayan kaynaklardan yani odun, tezek ve tarım artıklarından sağlandığı, toplam petrol ihtiyacının yüzde 20’sinin ancak ülke içindeki kaynaklardan karşılandığı, Türkiye’nin hidrolik enerji potansiyelinin büyük olduğu, bu enerjiden bugün için pek az yararlanıldığı, boş yere akıp giden bu büyük enerji kaynağından daha çok yararlanılması gerektiği, bu manada Fırat Nehri üzerinde hidroelektrik santrallerinin yapılması gerektiği, Türkiye’nin nüfusunun ancak yüzde 30,5’inin elektrikten yararlandığı ve elektrik işlerinin bir elden yönetilmesinde fayda olacağı konuşulmuş, tartışılmış ve 60’lı yıllarda karara bağlanmıştır. 60’lı yılların sonunda ise süratle gelişen imalat sanayisi sektörünün bol ve ucuz enerjiye ihtiyaç duyduğu, hızla yükselen enerji talebini karşılamak için petrol ürünlerinin daha fazla kullanılması gerekeceği, doğal gaz kullanımında dünya memleketlerinin önemli bir yere geldiği, buna karşılık Türkiye’de henüz üretimde elverişli tabi gaz rezervlerine rastlanmadığı, elektrik sektöründe organizasyon bozukluğu ve koordinasyon noksanlığının önemli bir problem olarak devam ettiği, enerji ihtiyacının karşılanmasında önceliğin su kaynaklarının geliştirilmesine verilmesi gerektiği, nükleer enerji kaynaklarından faydalanma imkânlarının araştırılarak nükleer enerji santralleri kurulmasına çalışılması gerektiği yine 60’lı yılların sonunda konuşulmuş, tartışılmış ve karara bağlanmıştır. 70’li yıllarda ise enerji hikayemiz şu şekilde seyretmiştir: Fert başına enerji tüketiminin petrol eş değeri olarak 62 yılında 453 kilogramdan 72 yılında 620 kilograma ulaştığı, ham petrol üretiminde durağan bir sürece geçildiği, bu sayede dışa bağımlılığın arttığı, elektrik enerjisinin üretim kaynaklarına göre dağılımının yıldan yıla büyük değişimler göstermiş olduğu, ancak toplam üretim içindeki hidroelektrik enerji payının planlı dönemin başında ve sonunda aynı kalmış olduğundan hedefin tutturulamadığı, 1971 yılının sonunda tüm sistemde 27 bölge santralinin faaliyette olduğu, elektrikli köy sayısının 1972 yılının sonunda 4.300’e ulaşmış olacağı, dünyada fert başına ortalama elektrik enerjisi tüketiminin 1.265 kilovat bölü kişi olduğu, bu değerin aynı yılda Türkiye için 219 kilovatsaat bölü kişi olarak gerçekleşmiş olduğu, Dicle Nehri hidrolik potansiyelinden istifade imkânlarının araştırılması gerektiği, kalkınmanın gereksinim duyduğu ölçü ve kalitede enerjinin zamanında sağlanamamış olmasının ülke ekonomisini darboğaza soktuğu, Keban Santrali’nin devreye girmesiyle hidrolik enerji kullanımında bir sıçrama sağlanmışsa da enerji üretimi içindeki payının yüzde 12,8 dolayında kaldığı, 1977 yılının sonunda artan enerji talebinin ancak yarısının ulusal kaynaklardan üretilen enerji ürünleriyle karşılanabileceği, 1977 yılının sonunda ülkede elektriği olmayan 101 belediyeli yerleşim birimi bulunduğu konuşulmuş, tartışılmış ve karara bağlanmıştır.
TÜRKİYE ENERJİSİNİN ARTMASINDA KATKI SAĞLAYANLARA TEŞEKKÜR EDERİM
80’li yıllarda ise enerji sektörünün ekonomik gelişmeyi destekleyici bir yapıya kavuşması gerektiği, enerji amaçlı yatırımlara ve yerli kaynakların üretim ve kullanımına ağırlık verilmesi gerektiği, birincil enerji kaynakları tüketimi içerisinde petrolün payının yüzde 44,6’yla en yüksek paya sahip olduğu, ülkede enerji kaynakları rezervi içinde önemli bir paya sahip olan linyitin enerji açığının kapatılmasında öncelikle değerlendirilmesi gerektiği, enerji üretiminin artırılmasında güvenilir ve ucuz kaynaklara öncelik verilirken yeni ve özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarından kısa sürede yararlanmak üzere gerekli girişimlerin desteklenmesi gerektiği, doğal gaz alanında Trakya ve Çamurlu sahalarındaki arama ve değerlendirme çalışmalarının hızlandırılması gerektiği, yine konuşulmuş, tartışılmış ve karara bağlanmıştır. 90’lı yıllarda ise enerji politikaları boyut değiştirmiş ve bu süreçte şu meseleler tartışılmıştır: Petrol üretiminin 1991 yılında 4,5 milyon tonla tarihindeki en yüksek düzeye ulaştığı, böylece yerli petrolün toplam petrol arzı içindeki payının yüzde 20’ye yükseldiği, ancak takip eden yıllarda bu gelişmenin sürdürülemediği ve petrol üretiminde tekrar gerileme sürecine girildiği, Mısır ve Kazakistan’da yapılan yatırımlardan olumlu sonuçlar alındığı, Azerbaycan ve diğer Orta Asya Türk devletlerinde ortak petrol üretimine yönelik girişimlerin devam etmesi gerektiği, büyüyen nüfusun ve gelişen ekonominin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak yapılması gereken yatırımlarda yetersiz kalındığı, özelleştirme çalışmalarından ve özel kesimden beklenen katkıların sağlanmadığı 90’lı yıllarda konuşulmuş, tartışılmış ve karara bağlanmıştır. 2000’li yıllarda ise enerji tasarrufundan, kaynak çeşitliliğinin artırılmasından, uzun vadeli doğal gaz alım sözleşmelerinden, yüzde 62 düzeyinde bulunan dışa bağımlılığın süreçte daha da artacağından, sürdürülebilir bir kalkınma yaklaşımı içinde ekonomik ve sosyal gelişimi destekleyecek, çevreyi en az düzeyde tahrip edecek yeni politikaların devreye alınması gerektiğinden, kişi başına enerji tüketimini artırmak yerine 1 birim enerji tüketimiyle en fazla üretimin ve refahın nasıl oluşacağı yine tartışılmış, konuşulmuş ve karara bağlanmıştır. Kısaca, ülkemizin enerji alanındaki dönüşümünü sizlere ifade etmeye çalıştım. Bu vesileyle, dünden bugüne Türkiye’nin enerjisinin artırılması yönünde gayret gösteren tüm hükûmetlere, bakanlarımıza, bürokratlarımıza ve enerji ailemize şükranlarımı sunuyorum. Bugün ise enerji üretiminde dünyayla yarışabilir bir seviyeye geldiğimizi memnuniyetle ifade etmek isterim. Dün tartışılan konuların birçoğunun bugün hayata geçtiğini ancak daha alınacak çok fazla yolun da olduğunu ayrıca belirtmek isterim. Türkiye Yüzyılı’nın kapısını araladığımız bugünlerde dünden bugüne nasıl gelindiğini sizlerle az önce paylaştım, biraz da yarından bahsetmek istiyorum. Cumhuriyetin 2’nci yüzyılında enerji arzının sürekli, kaliteli, sürdürülebilir, güvenli ve katlanabilir maliyetlerle sağlanması temel ilke olarak benimsenmiştir. Enerjide artan talebin karşılanmasında rekabete dayalı, mali açıdan güçlü, istikrarlı, şeffaf, öngörülebilir, tüketicinin korunduğu ve sürdürülebilirliği de dikkate alan, elektrik ve doğal gaz piyasasında rekabeti tesis edecek şekilde maliyet bazlı fiyatlandırma uygulamalarını benimseyen bir politikayla yolumuza devam etmekteyiz. Kamu tarafından işletilen santrallerin rehabilitasyonunun tamamlandığı, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin devreye alındığı, Akkuyu’ya ek olarak 2 nükleer güç santralinin daha kurulumuna yönelik çalışmaların hızlandırıldığı, nükleer teknolojide dışa bağımlılığı azaltacak önlemlerin alındığı, linyit rezervlerimizin çevre standartlarına uygun şekilde elektrik enerjisi üretiminde daha fazla kullanıldığı, enerji verimliliği kazanımları ve orman varlığının artırılması gibi ilave tedbirlerle karbon salımının azaltılmasına dair önlemlerin geliştirildiği, doğal gaz arz güvenliğinin güçlendirildiği ve bu sayede doğal gaza erişimin daha da artırıldığı, doğal gaz yer altı depolama kapasitesinin 10 milyar metreküpe çıkarılması yönündeki çalışmaların hızlandırıldığı, doğal gazda kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliğinin artırılması amacıyla LNG depolama ve gaz açtırma ünitesi gemisinin sayısının artırılması bizi bekleyen en önemli başlıklar olacaktır. Yine, cumhuriyetimizin 2’nci yüzyılında yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminin artırılması, daha verimli ve kendi enerjisini üreten binaların yaygınlaştırılması, akıllı şebeke uygulamalarının yaygınlaştırılması, elektrikte dış ticaretin artırılması için gerekli teknik altyapı ve piyasa altyapısının kapasitesinin artırılması en önemli çalışma alanlarımız olacaktır. İnşallah enerjide cumhuriyetin 2’nci yüzyılından ümitliyiz. Bu vesileyle, Bakanlığımızın bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Son söz olarak da, geçen dönem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde Enerji Bakanlığı bütçesi üzerine çok fazla konuşma yaptım. Geçen dönem daha çok Karadeniz’deki derin sondaj çalışmalarından bahsettim, Mersin’deki Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nden bahsettim, Eskişehir’deki nadir toprak elementlerinden bahsettim, Bandırma’daki bor karbür fabrikamızdan bahsettim.
BOR’UN KARBÜRE DÖNÜŞMESİ MEMNUNİYET VERİCİ
Şu an aklıma gelmeyen, Enerji Bakanlığının uhdesinde yürütülen birçok çalışmayı hem yerinde gördüm hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde gururla gelip burada anlattım. KİT Komisyonu toplantılarında genel müdürlerimize övgü eden milletvekillerinin daha sonra Genel Kurul çalışmalarında nasıl ikiyüzlü bir ruh hâline dönüştüğünü de burada defalarca seyrettim, artık bunları anlatmaktan vazgeçtim, isteyen milletvekili arkadaşımız varsa onları bu alanda yapılan çalışmaların direkt yerine, merkezine davet ediyorum. Buyurun, Mersin Nükleer Güç Santraline beraber gidelim, orada Rus mühendislerinden değil Türk mühendislerinden orada nasıl bir inşanın yapıldığını yerinde görelim. Biraz önce nükleer güç tesisiyle ilgili burada eleştiren milletvekillerimiz de oldu, ben de bir kısım kafasında bu manada problemler yaşayan bir milletvekiliydim ama yerine gidip gördüğüm zaman, orada çalışan mühendislerden süreç hakkında bilgi aldığım zaman süreçte bize anlatılanların aslında yanlış olduğunu net bir şekilde gördüm. Yine, Karadeniz’de doğal gaz çıktı mı, çıkacak mı onlarca tartışma yaşandı bu Mecliste, onlarca tartışma; hayır, çıkmadı, çıkmayacak, çıksa da millet kullanamayacak. İşte, geçtiğimiz dönemde bu gazın nasıl çıktığını ve millî sisteme nasıl entegre olduğunu hep beraber gördük. Yine, her birimizin bir zenginliğiydi bor. Borun katma değeri yüksek bir ürün hâline gelmesini herhâlde 85 milyon olarak hepimiz arzu etmiştik. İşte, Enerji Bakanlığımız bünyesinde borun nasıl karbüre döndüğünü, diğer ekonomik değeri yüksek ürünlere nasıl birer birer geldiğini gelin Eskişehir’deki fabrikalarımıza, gelin Balıkesir Bandırma’daki fabrikalarımıza gidelim ve görelim ama gördükten sonra da lütfen gelip bunu başaran arkadaşlarımıza bir teşekkür edelim. Son olarak da Sayın Enerji Bakanımız, aynı zamanda hemşehrimiz depremin ilk anında bölgedeydi, Hatay’daydı bizleri yalnız bırakmadı. Yine, depremin ilk günü saat 10.30’da İl Jandarma Alay Komutanlığı’na gittiğim zaman bizleri karşılayan Sayın Bakanım, kendisi buradalar, yaklaşık kırk gün Millî Savunma Bakanımızla -o dönem Genelkurmay Başkanımızdı- birlikte, beraber çalıştık, Hatay’da yaraların sarınmasıyla ilgili ellerinden gelen gayreti ortaya koydular. Ben huzurlarınızda her 2 Bakanımıza da gece gündüz mesai mefhumu gözetmeden, Hataylıların yarasının sarılması için nasıl mücadele ettiğini gören bir kardeşiniz olarak da huzurlarınızda her 2 Bakanımıza, Bakanlık çalışanlarımıza, özellikle Türkiye Petrollerine teşekkürlerimi sunuyor, Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum” ifadelerini kullandı.